Kalbimizdeki sızı: Büyük Menderes
Yıllar yılı Aydın Ovası'nı besleyen bir şahmeran vardı. Kıvrıla kıvrıla akarken can verirdi toprağa. Doğa ana hofladı mı sıcaklığını, suyla toprak buluşunca çatlardı tohum. Yemyeşil olurdu Aydın Ovası. Önceleri Anabelen’di adı. Luviler Meondros dediler, günümüzde Büyük Menderes oldu.
Salkım söğütler onda tarardı saçlarını. Su perileri sabaha değin oynaşırdı sularında. Gün yüzünü ağartınca eli kürekli amcalar koşardı tarlalara… Bire bin verirdi o zamanlar ürünler. Karpuzlar kocaman, darılar adam boyu olurdu. Eylül geldi mi ağarırdı pamuk tarlaları.
Köyümüzün kadını kızı, eli kınalı gelini, emmisi toplardı pamuğu. Cebi para görünce köylünün, başlardı halay çekmeye. Evlenirdi kızı, oğulu. Altın top dediğimiz portakallar koyu yeşil yapraklar arasında sararır, incirler dallarda ballanırdı.
Önceleri gandilimizde yaktığımız, aydınlık ağacı dediğimiz zeytinler, yağlandıkça yağlanırdı. Kış geceleri bi başka güzeldi. Karıncalı Dağa kar yağmaya görsün çam ağaçları gelinlik giymiş yörük kızı gibi olurdu.
Şavklık yanan ocaklarda darı patlatılır, susam kavrulurdu. El gibi ballı, süzme incirleri banardık susama. Bilmeceler, sorulur, masallar anlatılırdı geceleri. Keloğlan, dev masalları düşlerimize girerdi. Dışarısı buz gibi soğuk, yüreğimiz sımsıcaktı. Karacasu ayakkabını giyer, kayardık buzlu yollarda.
Ateş parçası dediğimiz cemre, düştü mü havaya, suya , toprağa, yeşerirdi bütün doğa. Doğa ana üstü çiçekli ne kadar halısı, kilimi varsa sererdi kırlara, ovaya. Tarlalar sürülürken genlerde salanırdı al ipekten gelincikler, mor renli iğnelikler. Sabahın alaca karanlığında tarlada olurdu nineler, analar.
Pamuk tarlasını çapalarken türkü yakan genç kızlar. Menderes Nehri kıyılarında uçuşurdu ördekler, kazlar. Aç gözlü, bilinçsiz insanlar bilemediler kıymetini. Önce Uşak yöresindeki deri işletmeleri saldılar zehirlerini, sonra Sarayköy’ki fabrikalar. Koca koca yayınbalıkları, sazanlar, yılan balıkları kıvranmaya başladı. Ardından sulanan tarlalardaki ağaçlar, bitkiler…
Doğa sevdalısı öğretmelerin, aydınların ve bizlerin çığlıkları, davulcu osuruğuna gitti. Aldırmadı parayı tapanlar. Bunlar yetmezmiş gibi Kızıldere’den başlayıp Pamukören, Nazilli, Sultanhisar, Köşk, Aydın, Germencik, Kızılcaköy derken toprağın kalbine Jeotermal boruları çaktılar. Germencikli, Kızılcaköylü anaların feryatlarını ne siyasiler ne de yöneticiler duymadılar.
Kurutulan sazlıklardaki ördekler, kazlar, su tavukları, karamekeler terkettiler. Güzelim kuşlar uçup gittiler. En güzel gökyüzünün altı dediğimiz yerlerde nefes alınmaz oldu. İkncil el oldu güzelim gökyüzü. Yatay büyüyen, dikey sürünen cüzzamlı kent oluyor her yer. Yükseldikçe batıyoruz gün geçtikçe. Sular denli berraktık biz eskiden.
Siyasilerin sözleri gibi dolanıp durmazdı, doğruca konardı yuvasına. Vefalı dostlarını da yitiriyor toprak gün geçtikçe. Kuşlar küskün, özgürlük uzak, paraya teslim oldu can damarı suyumuz. Suların gizemli sesini kimseler dinlemiyor artık.
Anlatmaya çalışsan da dinlemiyorlar, sende kalıyor büyüsü. Acılarla yükselen çığlıkları da kapkara bir el boğuyor. Su biliyor şafak vakti bir çiçeği sunmayı. Çatlayan tohumun sesini duyuyor Doğa ana. Bu suskunluk, bu duyarsızlık niye?
Hiç mi sevmiyorsunuz çocuklarınızı, torunlarınızı? Bir gün sormayacaklar mı nereye gittiler bu balıklar, cıvıltılı kuşlar diye. Çürüyoruz için için, miskinleşiyoruz gün be gün.
Kurtuluş Savaşında gürleyen o dik duruşlu, efe yürekli insanlar nereye gittiler? O güzelim şahmeranı karanlık eller, elbirliği ederek öldürüyorlar. Vatan dediğimiz toprak elimizde çürüyor göz göre göre…
Kuvayı Milliyenin yüce ruhlu insanları nerelerdesiniz? Bu suskunluk, bu vurdumduymazlık, bu bakarkörlük korkutuyor beni. Şehitlerimizin ruhu sancılı, kanser sarıyor her yeri.
Duyuyor musunuz? Suyun sızısı damar damar işliyor yüreklere. Siz sustukça…
Ekleme
Tarihi: 26 Eylül 2024 - Perşembe
Kalbimizdeki sızı: Büyük Menderes
Yıllar yılı Aydın Ovası'nı besleyen bir şahmeran vardı. Kıvrıla kıvrıla akarken can verirdi toprağa. Doğa ana hofladı mı sıcaklığını, suyla toprak buluşunca çatlardı tohum. Yemyeşil olurdu Aydın Ovası. Önceleri Anabelen’di adı. Luviler Meondros dediler, günümüzde Büyük Menderes oldu.
Salkım söğütler onda tarardı saçlarını. Su perileri sabaha değin oynaşırdı sularında. Gün yüzünü ağartınca eli kürekli amcalar koşardı tarlalara… Bire bin verirdi o zamanlar ürünler. Karpuzlar kocaman, darılar adam boyu olurdu. Eylül geldi mi ağarırdı pamuk tarlaları.
Köyümüzün kadını kızı, eli kınalı gelini, emmisi toplardı pamuğu. Cebi para görünce köylünün, başlardı halay çekmeye. Evlenirdi kızı, oğulu. Altın top dediğimiz portakallar koyu yeşil yapraklar arasında sararır, incirler dallarda ballanırdı.
Önceleri gandilimizde yaktığımız, aydınlık ağacı dediğimiz zeytinler, yağlandıkça yağlanırdı. Kış geceleri bi başka güzeldi. Karıncalı Dağa kar yağmaya görsün çam ağaçları gelinlik giymiş yörük kızı gibi olurdu.
Şavklık yanan ocaklarda darı patlatılır, susam kavrulurdu. El gibi ballı, süzme incirleri banardık susama. Bilmeceler, sorulur, masallar anlatılırdı geceleri. Keloğlan, dev masalları düşlerimize girerdi. Dışarısı buz gibi soğuk, yüreğimiz sımsıcaktı. Karacasu ayakkabını giyer, kayardık buzlu yollarda.
Ateş parçası dediğimiz cemre, düştü mü havaya, suya , toprağa, yeşerirdi bütün doğa. Doğa ana üstü çiçekli ne kadar halısı, kilimi varsa sererdi kırlara, ovaya. Tarlalar sürülürken genlerde salanırdı al ipekten gelincikler, mor renli iğnelikler. Sabahın alaca karanlığında tarlada olurdu nineler, analar.
Pamuk tarlasını çapalarken türkü yakan genç kızlar. Menderes Nehri kıyılarında uçuşurdu ördekler, kazlar. Aç gözlü, bilinçsiz insanlar bilemediler kıymetini. Önce Uşak yöresindeki deri işletmeleri saldılar zehirlerini, sonra Sarayköy’ki fabrikalar. Koca koca yayınbalıkları, sazanlar, yılan balıkları kıvranmaya başladı. Ardından sulanan tarlalardaki ağaçlar, bitkiler…
Doğa sevdalısı öğretmelerin, aydınların ve bizlerin çığlıkları, davulcu osuruğuna gitti. Aldırmadı parayı tapanlar. Bunlar yetmezmiş gibi Kızıldere’den başlayıp Pamukören, Nazilli, Sultanhisar, Köşk, Aydın, Germencik, Kızılcaköy derken toprağın kalbine Jeotermal boruları çaktılar. Germencikli, Kızılcaköylü anaların feryatlarını ne siyasiler ne de yöneticiler duymadılar.
Kurutulan sazlıklardaki ördekler, kazlar, su tavukları, karamekeler terkettiler. Güzelim kuşlar uçup gittiler. En güzel gökyüzünün altı dediğimiz yerlerde nefes alınmaz oldu. İkncil el oldu güzelim gökyüzü. Yatay büyüyen, dikey sürünen cüzzamlı kent oluyor her yer. Yükseldikçe batıyoruz gün geçtikçe. Sular denli berraktık biz eskiden.
Siyasilerin sözleri gibi dolanıp durmazdı, doğruca konardı yuvasına. Vefalı dostlarını da yitiriyor toprak gün geçtikçe. Kuşlar küskün, özgürlük uzak, paraya teslim oldu can damarı suyumuz. Suların gizemli sesini kimseler dinlemiyor artık.
Anlatmaya çalışsan da dinlemiyorlar, sende kalıyor büyüsü. Acılarla yükselen çığlıkları da kapkara bir el boğuyor. Su biliyor şafak vakti bir çiçeği sunmayı. Çatlayan tohumun sesini duyuyor Doğa ana. Bu suskunluk, bu duyarsızlık niye?
Hiç mi sevmiyorsunuz çocuklarınızı, torunlarınızı? Bir gün sormayacaklar mı nereye gittiler bu balıklar, cıvıltılı kuşlar diye. Çürüyoruz için için, miskinleşiyoruz gün be gün.
Kurtuluş Savaşında gürleyen o dik duruşlu, efe yürekli insanlar nereye gittiler? O güzelim şahmeranı karanlık eller, elbirliği ederek öldürüyorlar. Vatan dediğimiz toprak elimizde çürüyor göz göre göre…
Kuvayı Milliyenin yüce ruhlu insanları nerelerdesiniz? Bu suskunluk, bu vurdumduymazlık, bu bakarkörlük korkutuyor beni. Şehitlerimizin ruhu sancılı, kanser sarıyor her yeri.
Duyuyor musunuz? Suyun sızısı damar damar işliyor yüreklere. Siz sustukça…
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.