IRAK ÇOK MU IRAK? - TÜRKMENELİ DOSYASI
Türkmenler bizim için vazgeçilmez bir unsurdur. Ancak Türkmenler birçok nedenden dolayı yeterli önemi görememiştir. Türkmen konusu, sosyal, siyasi ve ekonomik yönden de yeterli oranda desteklenmediğinden araştırmalar konusunda yeterli ilgiyi görmemiştir. Türkmenler, varlık ve kimliklerinin ispatlaması konusunda da tarih boyu hüküm süren güçler nedeniyle insanlık dışı durumlara boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Türkmenler, Irak tarihi boyunca ırkçı siyasete maruz kalmışlardır.ki milyondan fazla Türkmeni yok etmeyi amaçlayan bu siyaset, hazırlanmış planlara dayanarak; bastırma, soykırım, zorunlu göç gibi uygulamalarla az sayılmayacak köyleri yok edip, kalanları da Araplaştırılmaya çalışılmıştır.
Türkmenlerin durumunun incelenmesi birçok açıdan önemlidir. Türkmenlerin, Irak’ta üçüncü etnik unsur olmalarına rağmen, haklarında yeterince araştırmanın bulunmadığı söylenebilir. Tarihleri boyunca barışçıl politika izlemeyi tercih eden Türkmenler, istikrar ve barışın sağlanması konusunda bir örnek oluşturmaktadırlar. Irak’ta, Türkmen olgusu en fazla gizlenmeye çalışılan konulardan biridir. Osmanlı iktidarının sona ermesiyle bölgeye hakim olan İngiltere’nin politikası; Türkmenlerin yönetimden uzaklaştırılması, sayıları ve yasadıkları yerlerin gizlenmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Irak’ın İngiltere mandasından çıkması ve Irak’ta değişik hükümetlerin kurulması, Türkmenler açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Irak’ın bütünlüğünü savunan Türkmenler, Irak’taki hükümetlere karsı isyanda da silahlı mücadeleye girmemiştir. Barışçıl yollarla haklarını kazanmak isteyen Türkmenler, söz konusu hükümetlerin olumsuz politikaları ile karsılaşmıştır. Irak hükümetleri, Türkmenlere bazı hakları vermişse de, bu haklar zamanla geri alınmıştır. Çalışmamızda yukarıda belirttiğimiz konuları detaylı olarak ele alacağız.
Irak’ın kuzey bölgelerinde yasayan Kürtler, Türkmenler gibi Irak hükümetlerinin olumsuz politikaları ile karsılaşmışlardır. Ancak Kürtler, bu yönetimlere karsı silahlı mücadeleye girmiş ve ülkenin geleceğinde belirleyici rol oynamıştır. Söz konusu hükümetler, hem Kürtleri, hem de Türkmenleri baskı altında tutmaya çalışmış ve bunları Araplaştırmaya çalışmıştır. Irak yönetimi 2003 yılında ABD ve İngiliz kuvvetleri tarafından devrilmiştir. Yönetimin devrilmesi, ülkedeki güç dengesini alt üst etmiştir. Kuruluşundan bu yana Sünni iktidarın hakim olduğu Irak’ta, iktidar Şiiler ve Kürtlere geçmiştir.
Bu dönemde Türkiye, Irak’ın yeniden yapılandırma sürecinin getirdiği şartlara uygun politika izleyebilmek amacıyla yeni örgütlenmeye geçmiş ve merkezini Kerkük’e taşımıştır. 2003 yılına kadar Erbil merkezli Türkiye’nin, savaştan sonra rejimin kontrolünden çıkan diğer Türkmen bölgelerine de siyasi faaliyetlerine başlamıştır. Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde, geçici hükümetler kurulmus ve iki seçim yapılmıştır. Bu süreçte gerçekleştirilen seçimlerde Türkmenler bekledikleri oyları alamamışlardır. Türkmenler, Irak’ın geleceğini doğrudan etkileyen ve 2005 yılında hazırlanan Daimi Anayasa’ya değişik nedenlerle karsı çıkmaktadırlar. Türkmenler, Amerika Birleşik Devlet’lerin basını çektigi Irak’ı yeniden yapılandırma sürecinden uzaklaştırıldıklarını ileri sürmektedir. Barışçıl mücadelelerini sürdüren Türkmenlerin, ülkenin yeniden yapılandırılmasında uygun konumlarını kazandıkları söylenemez.
Irak‘ta bugün Araplar, Kürtler, Türkmenler, Süryaniler, Acemler, Yahudiler, Ermeniler, Yezidiler ve Sabiiler yaşamaktadır. Bu ana topluluklar bünyesinde çeşitli unsurlar veya alt kimlikler barınmaktadır. Örneğin en büyük topluluk olan Araplar‘da; bedeviler ve şehirliler olmak üzere iki değişik kimlik mevcuttur. Ayrıca Araplar arasında mezhep, bölge ve kabile farklılığı da belirleyici niteliktedir.
Kürtler ise, Bahdinan (Kırmanç) ve Soran olmak üzere iki farklı topluluk ve bunlara bağlı aşiretler ve şehirliler olmak üzere farklılık göstermektedir. Az sayıdaki Süryaniler; Asurîler, Keldaniler ve Ermeniler şeklinde üç grup halinde bulunmaktadır
Irak‘ın eski toplumlarının, geçmiş asırlarda birbirini takip eden göç dalgaları sonucunda, ülkeye gelen yeni halklar arasında eridikleri kabul edilmektedir. Sonradan Araplaşmış grupları da içine alan Araplar ülke nüfusunun beşte üçünü oluştururlar. Arapların büyük bölümü ülkenin orta ve güney bölgelerinde yaşarlar. Ekonomik ve siyasi gücün Arapların elinde olması da, ırkçı ve Arap şovenizmi güden siyasi iktidarın baskıları ve uygulamaları sonucunda sağlanmıştır.
Kürtler, kuzey ve kuzeydoğudaki dağlık bölgede yaşarlar. Tahminen ülke nüfusunun yaklaşık %15‘ni oluştururlar. Irak‘ın kuruluşundan beri merkezi yönetim ile çatışmaya giren Kürtler, kırsal hayat yaşadıkları ve çoğunlukla hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları söylenebilir. Fakat son zamanlarda Irak'ın Kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetiminin çabaları ile özellikle Türkmenlerin yaşadığı bölgede bulunan zengin petrol yatakları işlenmeye başlanmış ve önemli gelir kaynakları ortaya çıkmıştır.
İKİNCİ KÖRFEZ SAVAŞI VE IRAK’IN İŞGALINDE TÜRKMENLERİN DURUMU
ABD’nin Afganistan’da hızlı bir şekilde başarı kazanmasının ardından Washington’daki yetkililer, Irak’a yönelik güçlü bir saldırının zorunluluğundan söz etmeye başladılar. Bush hükümeti tarafından, Baba Bush’un yarım bıraktığı işi bitime konusunda altın bir fırsat olarak kabul edildi13. Irak Savaşı 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında ABD’nin geliştirdiği yeni dış politika doktrinleri çerçevesinde, Afganistan’a yapılan askeri müdahalenin ardından, körfez savaşından beri tecrit edilmiş konumdaki ve ambargo altında bulunan Irak’a karşı askeri saldırılar yapılmış ve sonrasında işgal altına almıştır. 11 Eylül saldırısı, ABD’ye Doğu Hazar bölgesine Pakistan ve Afganistan üzerinden yayılmak ve Rusya’nın etkinliğini kırmak uygun bir fırsat ortamı yaratmıştır.
ABD, Saddam ve Irak üzerinde, kontrolü altındaki, dünya medyasını harekete geçirmiş ve büyük bir karalama harekâtına girişmiştir. ABD’ye göre, Irak’ta kitle imha silahları vardır ve bu silahlar yok edilmelidir. Saddam, ABD’nin tehditleri karşısında boyun eğmiş tüm Irak topraklarını, silah denetleyicilerine açmıştır. BM kitle imha silah denetleyicilerinin hiçbir ize rastlamamasına rağmen, ABD 20 Mart 2003 tarihinde, Irak’ı bombalamaya başlamıştır. Bombalamalar aralıksız gece gündüz devam etmiştir. Nihayetinde 9 Nisan 2003 tarihinde Amerikan güçleri Bağdat’a girmiş ve Irak’ı işgal etmiştir14. 9 Nisan’da Saddam’ın heykelinin yıkılması Saddam rejiminin yıkılışını belgelemek için medya tarafından kayıt altına alındı ve televizyon aracılığı ile tüm dünyada gösterildi. Ancak olay pek çok medya mensubu tarafından yine trajedi haline getirildi. Avrupa’daki hatta Kuzey Amerika’daki birçok televizyon ve yazılı basın mensubu diktatörün iktidardan düşürülmesini sembolize eden bu heykel yıkma eylemini bir şölen olarak görmediler.
ABD, 2003 tarihinde Irak’a girerken, ‘‘Nisan başında savaş bitirir, düzen kurmaya başlarım’’ diyen düşünen ABD’nin Nisan’ın ilk haftası için yeni bir savaş hamlesine hazırlandığı dikkati çekiyordu. ABD, Irak’ı işgal etmesinden birkaç hafta sonra büyük direniş grupları ile karşı karşıya kalmaktadır. Bugün Irak savaşı ve sonuçlarının, hem Iraklılar hem Irak Türkmenleri hemde bütün dünya açısından Saddam Hüseyin diktatörlüğünden daha kötü olduğu görülmektedir. 20 Mart 2003’te başlayan işgalin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen, Irak’ta henüz huzur sağlanmış değildir. Aksine huzursuzluk her geçen gün daha da artmıştır. Bugüne baktığımızda ABD işgalinin Irak’ta ki etkileri hala devam etmektedir. Irak savaşı, ABD düşündüğü gibi olamadı, savaş başlamasıyla Irak’ın güneyinde ABD’ye karşı Şii direnişçiler ortaya çıkmış ve Saddam devirmesinden hemen sonra Sünni Arapların yoğun bir şekilde eylemleri başlamıştır.
ABD-Irak savaşı öncesinde ve sonrasında yapılan gerek Iraklı muhalif grupları ve Türkiye arasında gerekse Türkiye - Amerika arasında yapılan anlaşmalarda alınan ortak kararların en başında Kerkük ve Musul‘a Kürt grupların girmemesi olmuştur. Kürtler, bu anlaşmaları ihlal ederek bu iki Türk şehrine girmekle yetinmeyip bölgedeki bütün resmi belgeleri yağmalayarak bölgedeki Türk varlığını yok etmeye çalışmışlar. Bu olayların en temel sebebi bölgedeki Türklere ait olan arazi ve mal varlığını yok ederek azınlık duruma düşürmektir. Bu duruma Türkiye‘den tepki gelince, ABD‘liler Kürtleri belirtilen iki şehirden çıkararak güvenlik durumunu az olsa da sağlamışlardır.
Irak‘ın kuzey kesimlerinde Kerkük‘e giren Kürt grupların diğer amacı ise, bölgenin zengin petrollere sahip olmasıdır. Kanıtlanmış petrol rezervleri açısından dünya ikincisi, kanıtlanmamış rezervler de buna dahil edildiğinde dünya lideri olan Irak için Kerkük Bölgesi‘nin ayrı bir önemi vardır. Birinci Dünya Savaşı‘na kadar Osmanlı topraklarının bir parçası olarak kalan ve hala Türkiye‘nin üzerinde hak sahibi olup olmadığı tartışma konusu olan Kerkük‘ten çıkarılan petrolün yıllık değeri 15 milyar liranın üzerindedir. Bu bağlamda 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye-Irak ve İngiltere arasında yapılan Ankara antlaşmasında bölgedeki petrolün % 10‘unu 25 yıllığına Türkiye‘ye verileceği öngörmüştür. Ancak Türkiye, daha sonra maalesef bu gelirin 500,000 İngiliz sterlini karşılığında bölgedeki petrolü İngiltere‘ye bırakmıştır. Buğun itibarıyla yaklaşık 1,2 milyon lira. Kerkük‘ün yıllık petrol gelirinin 15 milyar liranın üzerinde olduğu düşünüldüğünde, 500, 000 sterlinlik anlaşmanın Türkiye‘ye ne kadar zarar verdiği iyi anlaşılmıştır.
Kürt, özellikle de KDP ve KYB sırtlarını ABD’ye yaslayarak hayallerindeki bağımsız Kürt devletini kurmak için politikalarını Kerkük‘ten başlayarak diğer Türkmen bölgelerine de uygulamaya başlamışlardır. Bölgeye yerleşen gruplar, resmi belgeleri tahrip edip bölgenin idaresini elde ettikten sonra kuzeyden Türkmen bölgelerine göç etmeye başlanmıştır.
Kendilerine sahte kimlik kartı ve Kerküklü olduklarını ispatlayacak tüm resmi evrakları çıkarmaya başlamışlar. Bununla da yetinmeyip Erbil, Süleymaniye ve Duhok gibi kuzey bölgelerden doğumlarını yapmak için kadınlara para vererek Kerkük‘e göndermişlerdir. Kerkük‘teki hastanelerde doğumlarını gerçekleştiren Kürt kadınları bebeklerine Kerkük nüfus cüzdanı almak suretiyle Türkmen şehrini Kürtleştirmeye çalışmışlar. Kürtler, Türkiye‘nin kendilerine yaptıkları tehdit içeren açıklamalarını test ederek Irak‘ın kuzey bölgelerinden Kerkük‘e 2003-2007 yılları arasında yaklaşık 600,000 Kürt yerleştirilmiş ve bu sayıyı Kerkük resmi kayıtlarına yazdırmayı başarmışlar.
Kerkük il yönetiminde çoğunluk sağlayan Kürtler, kentin güvenliğini sağlamak için ilk planda 500’den fazla polis ataması yapmıştır. Bu polisler kuzey illerden geldikleri için Kerkük‘ün çoğu yerlerini bilmezken zaman zaman çıkan olayların üstesinden gelememişlerdir. Böylece kentte Türkmenlerle Kürtlerin arasında çıkan sorunlarda Kürtlerin yanlarında saf tutarak resmi bir şekilde Türkmenlere baskı uygulardılar. Öte yandan Kerkük‘ü Kürtleştirmek için kuzey illerde KDP ve KYB gibi Kürt partilerin nüfuzu altında Kürt bölgesinde yaşayan Kürtler memurlarını özellikle sağlıkçı, öğretmen ve belediyede yöneticilerini kimilerini rüşvet ile kimilerini işten atma gibi tehditlerle Kerkük‘ün çeşitli bölgelerine yerleştirdiler.
Tercüman Gazetesi‘nin (30 Mayıs 2003) tarihindeki yazıya dayanarak; Kürtler, Kerkük il yönetimini ele geçirdikten birkaç gün sonra ABD generali Odierno, Türkmenlerin çoğunlukta bulunduğu Kerkük‘e atanan Kürt kökenli validen emniyet, adliye ve yüksek öğrenim gibi kamu hizmetlerinin yürütülmesi için Türkmenler, Araplar, Kürtler ve Asurîler‘den daha önce kamu hizmetlerinde görev yapmış memurların listesini istemiştir. Türkmenler bu istek üzerine eski rejim döneminde görev yapan 320 kişilik üst düzey görevli listesini General Odierno‘ya vermiştir. listede 5 General, 12 Albay ve 20 Yarbay yer alıyordu. Aynı istek üzerine Kürtler, Kerkük‘te eski rejim dönemimde hiçbir üst düzey emniyet görevlileri olmazken Süleymaniye‘den 15 peşmerge komutanının ismini listeye ekleyerek ABD‘li komutana vermek vermişlerdir.
Kentin güvenliği konusunda Amerikalılar, Kürtlerin verdiği listeyi uygulamış ve böylece kentin güvenlikten sorumlu üst düzey yetkilileri Kürtlerden seçmişlerdir. Aynı dram Kerkük‘ün adliyesini hizmete açmak için 152 kişilik hukukçu listesinin 134‘ünü Türkmenler oluşturuyordu. Bu liste 2003 ABD-Irak savaşı öncesi Kerkük adliyesinde görev yapmış Türkmen hâkim, savcı ve avukatların isimleri yer almıştır. Kürtler ve Araplar sadece 8 hukukçu ismini verebilmişler. Fakat Adli teşkilat da maalesef ABD‘li General Odierno hâkimiyetinde hep Kürt grupların lehine olmuştur. Böylece Türkmenler her zamanki gibi hem Kerkük hem de ırak denkleminde dışlanmışlardır.
Tarihi eserler, milli duygular ve kültür itibariyle Türkmen şehri olan Kerkük‘ün demografik yapısını Kürtlerin lehine değiştirmek amacıyla Kürt gruplar ile ABD oyunu devam etmiş. Irak‘ın Erbil ve Süleymaniye illerinden her gün 50 Kürt ailesi Kerkük‘e yerleştirilmiştir Sözde Kürt göçmenler adı altında şehre getirilen ve çadırda, stadyumda kalan Kürtler, ABD‘nin vereceği primle her Kürt ailesi ev sahibi olacak vadiyle getirilen Kürtler bölgeye kalıcı olarak yerleşmişlerdir. Oysaki Saddam yönetiminde Kerkük‘ten göç ettirilen nüfus sayısı 11.800‘dür. Bu sayıya eski rejim tarafından çeşitli nedenlerden dolayı göç ettirilen Türkmenlerde yer almaktaydılar.
Geçmişte Irak‘ta yapılan sahte seçimleri gibi, 2005 seçimlerinde de bir takım hileler yaparak Kerkük‘ün demografisini değiştirilmeye çalışılmıştır. Örneğin; İran, Suriye ve Türkiye‘den gelen PKK terör örgütü militanları Kerkük‘te Kürtlerle oy kullanmışlar. Bunun yanında aynı kişiler çeşitli seçim merkezlerine giderek birden fazla oy kullandılar. 2005 seçim sonuçlarına güvenerek Kerkük‘ü bölgesel Kürt yönetimine bağlamak için Irak Anayasası'ndaki 140. maddeyi uygulamaya başlamak istediler ancak Türkmen, Arap grupları ve başta Türkiye olmak üzere diğer komşu ülkelerin girişimi ile bunda başarılı olamadılar. Öte yandan Irak Anayasası'nın 140. Maddesinde Kerkük ve diğer anlaşmazlık bölgelerin yerleşimcilerinin iradesini tespiti için en geç 31.12.2007 tarihinde referandumun yapılmasını ön görmüştür. Böylece Kerkük‘te yapılmak istenen referandum zaman aşımına uğramıştır.
Irak ve Dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan Kerkük, Kürt grupları tarafından işgal bugün de devam etmektedir. Kürt gruplar, KYB ve KDP, 15 Aralık 2005 Irak seçimlerine Kerkük merkezli bir Kürt Devleti sloganıyla girmişti. Peşmerge liderleri, silah zoru ile Türkmen ve Arap arazilerinin gasp edip, karşılıksız olarak Kürt vatandaşları üzerine dağıtmıştır. Kürt gruplar, son olarak Nuri El Maliki başkanlığında kurulan Irak hükümetinin programına da Kerkük‘ün normalleşme komisyonun da Kerkük‘ü koydurmayı başardılar. Başbakan Nuri El Maliki tarafından imzalanan Kerkük‘ün normalleşme komisyonun da Irak Türkmen Cephesi‘ne üye hakkı verilmemesinin yanında Kürt gruplarına komisyon içerisinde üç üye hakkı tanınmıştır.
İsrail, Amerika ve İngiltere, Kerkük‘ün Kürt mahallelerinde kurdukları insani ve yardım kuruluşları adı altında örgütler, Kerkük‘ün demografi yapısını değiştirmek için çalışmıştır.
1- İngiltere‘ye ait ( NDA) örgütü.
2- Amerika ve İsrail‘e ait ( İSCD-VOCA) örgütü.
3- İngiltere‘ye ait ( RICH) örgütü.
4- Amerika‘ya ait ( ICSP) örgütü.
5- Yahudi-Kürt ( KARRA ) örgütü.
6- Norveçli ( NPA) örgütü.
7- Kürdistan Çocukları adı altında kurulan Kristine İtalyan ve Yahudi bir örgüttür 23
Aynı zamanda Kerkük il yönetimince Türkmenlere psikolojik savaşlar da eksik olmadı. 2003 ABD-Irak savaşı sonrasında Türkmen mahallelerine yeterli miktarda elektrik ve su verilmemektedir. Fakat aynı şehirde bulunan Kürt mahallelerine bu gibi hizmetlerden gayet güzel faydalandılar. Bu durum üzerine Kerkük Elektrik Dağıtım Müdürlüğüne şikâyet eden Türkmenler, Bağdat‘tan gelen emirler üzerine Kerkük‘ün aylık elektrik payının % 40‘nı Erbil ve Süleymaniye illerine vermemizi istiyorlar cevabıyla ikna ediliyorlar. Hükümet dairelerine çeşitli işler için başvuran Türkmen vatandaşlarına Kürtçe konuşma zorunluluğa şart koşulmaktadır. Bu şarta uymayan vatandaşların isteklerini yerlerine getirilmemiştir.
Ayrıca Kerkük‘te Saddam rejimi zamanında Araplaştırılan Türkmen mahallelerinin ve sağlık kurumlarının da isimleri Kürtleştirilmiştir. Örneğin Kerkük‘te bulunan Saddam Hastanesi'nin adı Kürtçede kurtuluş anlamına gelen ''Azadi'' ismi verilerek değiştirilmiştir. Buna benzer uygulamalar birçok devlet kurum ve kuruluşlarda altını çizerek söylemek gerekirse planlı ve sistemli olarak uygulanmıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin yapamadığını Irak'ın Kuzeyindeki Sözde Yönetim ve ABD kardeşliği başarmışlardır.
Öte yandan Kerkük valiliğinde bulunan Kürt grupları, federal Kürt yönetiminden direktifler alarak Kerkük‘e Kudüs‘te bulunan modeli uygulayarak kuzey ve güneye bölme çabaları da devam etmektedir
ABD ve Kürt Peşmergeleri ile Telafer Operasyonu
ABD askerlerinin Irak‘ı işgalinde girdiği en son bölgelerden biridir denilebilir. Ancak 9 Eylül 2004 tarihinde ABD ordusu ve Kürtlerden oluşan Irak Ulusal Muhafızları tarafından düzenlenen operasyonlarda kentte bulunan Türkmenlerin hemen hemen tamamına yakını yerlerini terk etmek zorunda kalmış ve Telafer‘de tam bir kaos ortamı oluşturulmuştur. Amerikan birlikleri ve peşmergeler tarafından yürütülen bu operasyonlara gerekçe olarak Mukteda El Sadır‘a bağlı güçlerin, Suriye üzerinden Irak'a girmeye çalışan yabancı savaşçıların, Felluce'den kaçan bazı direnişçilerin ve Ensar El İslam üyelerinin Telafer‘e girmesi olarak gösterilmiştir
Sözde yapılan açıklamalarda, operasyonun Türkmenlere yönelik olmadığı, yerel güçlerin militanlarla baş edemediği için, kendilerine yapılan talebe doğrultusunda operasyon düzenlendiği ifade edilmiştir. Fakat, dönemin Irak geçici yönetim konseyindeki Türkmen temsilcisi Songül Çabuk Telafer‘e yapılmış operasyonun daha farklı nedenleri olduğunu açıklamıştır. Çabuk, 20 Eylül 2004 tarihinde El-Şark El-Avsat gazetesine verdiği bir demeçte, Kürtlerin Telafer‘e girip yerleşmek ve burada Kürt partilerinin şubelerini açmak istediklerini ancak halkın kentte Kürt yaşamadığı için buna karşı çıkması üzerine, Kürtlerin Irak güvenlik birimleri ve Amerikan güçlerine kentte terörist bulunduğu yolunda bir ihbarda bulunduğunu ve böylece Irak güvenlik birimlerinin ihbarı doğrulamaksızın kentte saldırdığını açıklamıştır. Telafer‘e yönelik yapılan saldırıda ilk an itibarile aralarında çocuklarında bulunduğu 55 sivil hayatını kaybederken, 150 sivil de yaralanmıştır. Beş gün boyunca devam eden bu operasyona kara tayfun adı verilmiştir
15 Eylül 2005 tarihinde Yeniçağ Gazetesi‘nin Burası Telafer ikinci Çuval Vakası başlık altındaki yazısına göre; Amerikalılar‘ın operasyon esnasında kimyasal silah kullandıklarını yazmıştır. Telafer‘de halkın açıktan yiyecek yememsi ve su içmemesi konusunda uyarılarda bulunulmuştur. Bu uyarılar, operasyon sırasında kimyasal silahların kullanıldığının göstergesidir. Daha sonradan yapılan resmî açıklamalara göre yaklaşık 500 kişi öldürülmüş; ancak Irak Kızılayı ve Kızılhaç yetkilileri ölü sayısının daha fazla olduğunu bildirmiştir. Amerikan askerlerinin gayri insani uygulamaları bununla da sınırlı kalmamış, terörist oldukları şüphesiyle yaralıların ambulansla hastanelere taşınmasına izin verilmemiştir. Bölgedeki okullar, camiler, işyerleri bombalanmış, su ve elektrik tesislerinin kullanılamaz hale geldiğini yazmıştır.
Ülkede işgalci güçlere rehber olan Kürt peşmergeleri, Telafer‘de çeşitli amaçlar için operasyon gerçekleştirmişler. Bu amaçlar;
1- Halk arasında Sünni ve Şii ayırımı yaparak bölgedeki Türkmen kimliğini yok etmek,
2- Telafer‘in kimliği Türkmen kalmadığı sürece Irak‘lı Kürtlerin Suriye‘deki Kürtlerle bütünleşerek büyük Kürdistan devletini hayal etmek,
3- Telafer ve çevresindeki zengin petrol yataklarını hesaba katarak yapılmış olması,
4- Telafer, Irak‘ın tahıl ambarı ve Irak‘ta buğday üretiminde birinci sırada yer almaktadır. Bütün bu hedefleri gerçekleştirmek için 2004 ve 2005 yıllarındaki ağır operasyonlar yapılmıştır. Ama Telafer‘in Türk kimliğini ne 2003 yılları öncesi ne de sonrasında değiştirmek kolay olmamıştır. Bu operasyonlar sırasında evlerinden zorla göç ettirilen ailelerin yerlerine diğer Musul ve Kekük’te olduğu gibi Kürt aileleri yerleştirilmiştir.
11 Asker Hadisesi (Çuval Olayı)
KYB siyasi büro üyesi Berham Salih, elde mikrofon ABD’ye bağlılık nutukları atarken aynı gün, işgalci güçlerle işbirlikçilerinin hazırladığı sinsi bir plan Süleymaniye’de uygulamaya konuluyordu. 4 Temmuz 2003 yılının Cuma günü Kuzey Irak’ın Celal Talabani başkanlığındaki KYB bölgesinde Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan Aydın Binbaşı komutasında 11 Türk Silahlı Kuvvetleri (Özel Kuvvetler) mensubunun ( 3’ü Subay 8’i Astsubay ) Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 101. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında KYB peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, sürpriz ve haince bir baskın sonucu ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle önce Kerkük’e sonra Bağdat’a götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmelerinden sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinden ve Türk Hükümetinden baskı gelince serbest bırakılmışlardır. A.B.D’nin sonradan özür dilediği söylense de, hadise Türkiye - ABD ilişkilerini derinden yaralamıştır.
Celal Talabani başkanlığındaki KYB’ye bağlı peşmergeler de Amerikalılarla birlikte operasyonda fiilen görev alarak, Türk özel Kuvvetlerinin bulunduğu binayı kuşatmışlardı. Kerkük’ten konvoy halinde harekât eden ABD’nin 101 Hava İndirme Tugayı’na bağlı tabur, Süleymaniye girişinde Celal Talabani’ye bağlı peşmergeler tarafından karşılandı ve birlikte baskını gerçekleştirdiler. Amerikan askerleri çay içmek bahanesiyle içeri girdiler. Ardından Türk askerlerine silah doğurttular.
Ardından silah, teçhizat, bilgisayar, evrak, hatta Türk Askeri Timi’nin kişisel eşyalarını bile toplayarak sokakta bekleyen araçlara götürmeye başladılar. 13 Aralık’da baskını gerçekleştiren konvoyun yanlarında peşmergelerle birlikte ABD’nin karargâhı olarak kullanılan, Kerkük Hava alanına götürdüler. Binada çalışan 6 Türkmen görevlisi de gözaltına alınmıştır.
5 Temmuz günü Kerkük havaalanında sorgulama tamamlandıktan sonra, Amerikalılar helikopterlerle Türk askerlerini Bağdat’a götürdüler. Bağdat’ta Amerikalıların kontrolündeki bir cezaevinde tutulan 11 Türk askeri alınarak yine Amerikalıların kontrolündeki bir misafirhaneye nakledildiler. Kuzey Irak’ta özel Kuvvetler mensubu 11 Türk askerinin ABD’liler tarafından gözaltına alınmasıyla başlayan kriz yoğun diplomatik çabalar sonucu ancak 60 saat sonra çözülebildi.
Operasyon için ABD’nin en önemli milli bayramı olan 4 Temmuz (Bağımsızlık Günü) tarihinin seçilmiş olması ve günün Cuma’ye denk gelmesi, bu şartlarda konuyu süratle ve diplomatik tarzda çözüme kavuşturabilecek yetkili Amerikan makamlarına ulaşmanın uzun zaman alması ve Türk askerlerinin bu yüzden 60 saat gözaltında bekletilmeleri, Amerikan askerlerince küçük düşürücü kasıtlı hareketlere başvurulmuş olması, ‘‘Çuval hadisesi’’nın bir kışkırtma olduğu görüşlerinin dile getirilmesine sebebiyet vermiştir
Gazeteci-yazar Turan Yavuz baskının Paul Wolfowitz’in emriyle başlatıldığını iddia etmektedir. 4 Temmuz günü yapılmasının nedeni; O günün cuma olması ve 3 günlük ‘Kurtuluş Günü’ tatili ile Amerikalı yetkililer işbaşında olmayacak ve Türk Hükümetin’den gelen tepki telefonları da cevapsız kalacaktı. Wolfowitz’den Bremer’e uzanan yeşil ışığın son adresi, Kerkük’teki Albay William Mayville oldu. Süleymaniye’deki operasyon, KYB lideri Celal Talabani’nin Bağdat’ta Amerikalılara verdiği bir bilgi ile başladı ve Amerikan istihbaratı, operasyon için Kuzey Irak’taki ‘Türkçe konuşmaları’ dinlemeye aldı. Bu dinlemeye bölgedeki tüm Özel Kuvvetler’in haberleşmeleri de dahil edildi.
Olay Celal Talabani'nin oğlu, Kubat Talabani tarafından kameraya alındı. Bu olaydan sonra eyleme kolaylıkla karşılık verebilecek eğitime cesarete ve çatıda vur emrini bekleyen ağır silahlara sahip keskin nişancı Astsubayları olmasına rağmen, Aydın Binbaşı bilinçli bir şekilde emrindeki askerlerin en doğal tepkilerini frenlemeyi başarmış, bir çatışma yaratmanın kolaylığını ve sıradanlığını aşmış, bunun bir eziklik olmadığını, davranışının muhatabıyla kıyaslanmayacak kadar büyük bir cesaret ve özgüven gerektirdiği sonraki gelişmelerle ortaya çıkmıştır. Şunu da belirtmeden geçmemek gerekir ki Türk Kamuoyunun Aydın Binbaşı üzerine olayların ayrıntılarını bilmeden gelmesi sonucu Kahraman Binbaşı İntihar ederek yaşamına son vermiştir.
ABD askerlerinin hedef aldığı Türk Kuvvetler timi, Kuzey Irak’ta hem ABD, hem de Irak’lı Kürt grupların bilgisi dâhilinde görev yapıyordu. Özel Timcilerin görev talimatı içinde Kuzey Irak’taki PKK unsurlarının izlenmesi, Kürt gruplarla ilişkilerinin yürütülmesi gibi görevleri ve faliyetleri vardı. Süleymaniye’deki baskının arkasında ve 11 Türk Kuvvetler Tim görevlilerin tutuklanmasında Amerikalı Albay William Mayville’in olduğu kesinlik kazanmıştır.
İKİNCİ KÖRFEZ SAVAŞ’INDAN SONRA IRAK’TAKİ TÜRKMENLER
Irak nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan ve Irak’ın asil unsuru olan 3 milyon Türkmen, bir yandan Saddam yönetimi diğer taraftan ise Kürt grupların asimilasyon politikaları ile karşı karşıya kalmıştır. Saddam yönetimi, Kerkük’teki resmi dairelerde yönetici konumunda bulunan birçok Türkmeni görevden alıp, Irak’ın güney bölgesine sürgün etmiştir. Ayrıca Bağdat’ta faaliyet gösteren Türkmen Kardeşlik Ocağı ve Kardeşlik dergisinin faaliyetleri dondurularak yönetim kadrosunu fesh edilmiştir.
Irak televizyonundaki günlük bir saat olmasına rağmen haber ve müzik ağırlıklı Türkmence yayına da son verilirken, Kuzey ve Güney bölgelerine sürülen Türkmenlerin gayrimenkullerinin de açık arttırma ile Baas partisinin yakın kimselerine satılmıştı. Türkiye’nin savaşa girmemesi Kuzey Irak’ta dengeleri Kürt gruplar lehine değiştirme yoluna girmiş, bölgede Türkiye ile Kürt gruplar arasında adı konulmayan bir savaş başlamıştır. Irak devletini sözde demokrasileşme adı altında işgal eden ABD, Irak’ın siyasi yapılandırma konusunda ilk yaptığı iş Türkmenleri özellikle Irak Türkmen Cephesi’ni Irak’ın politik yaşamından bir an önce tasfiye etmek olmuştur. Dönemin ABD Irak özel temsilcisi ve Bağdat Büyükelçisi Zalmay Halil Zad başkanlığında Irak’ın Kuzeyinde Selahattin ilçesinde yapılan Irak muhalefet toplantısının sonucunda Başkanlık Konseyi üye sayısı 7’den 12’ye çıkarıldığı halde Türkmenlere bu konseyde de yer verilmemiştir.
Türkiye ile ABD arasında Türk askerinin başına çuval geçirilmesi bunalımı yaşanırken ve Türk kamuoyu dikkatini bu yöne çevirmişken Bağdat’ta başka gelişmeler oldu. Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra ABD’nin kurdurduğu Irak Geçici Hükümeti Konseyi 13 Temmuz 2003’ta ilk toplantısını yaptı. Irak Savunma Sanayi binasında toplanan 25 üyeli Geçici Hükümet Konseyi’nde Şiiler 14, Kürtler 5, Sünniler 4, Asurîler 1, Türkmenler de sadece 1 üye ile Irak Türkmen Cephesi’nin adayı olmayan (Songül Çabuk) ile temsil ediliyordu. ABD, Türkmenlere açıkça haksızlık etmişti. Amerikalı yetkililerin açıklamalarına göre, 25 kişi Irak’taki nüfus yapısına göre belirlenmişti. Oysa Irak’ta Türkmen nüfusu, Kürt nüfusuna oldukça yakındı. Asurîler ise nüfusu 500, Geçici Konseyde Kürtlere 5 sandalye ve Asurîlere 1 sandalye verilirken, Türkmenlere sadece 1 sandalye verilmiştir.
Amerikalılar ve Kürt tahrikçileri ile Türkmenlerin bile tanımadığı bir kadıncağızı Türkmen temsilci diye Geçici Konseye almış ve Irak Türkmenlerinin gerçek temsilcisi olan Irak Türkmen Cephesini siyasal hayattan dışlamıştı.
Dönemin Irak Türkmen Cephesi Başkanı Sanan Ahmet Ağa, Washington’a çağrıda bulunarak, Geçici Hükümet Konseyi’nde Türkmenlere 3 üyelik verilmesini istedi. ITC Başkanlık Konseyi adına yazılı açıklamada yapan Ahmet Ağa, bugüne kadar tüm muhalefet toplantılarına katılan ITC Başkanlığının Bağdat’ta oluşturulan 25 üyeli konseye davet edilmemesinin, sayıları 3 milyonu aşan Türkmenler için kabul edilemez olduğunu bildirdi.
ITC Başkanı, Türkmenlerin Irak’ta Arap, Kürt, Türkmen ve Asurîlerin haklarını garantiye alacak ulusal bir hükümetin kurulmasından yana olduğuna da işaret ederek, ‘‘Bölge ve Irak’ın huzur ve istikrarı için çalışan ABD’nin çabalarını takdirle karşılarken, Irak’ta oluşturulan Konseyde ITC yönetimine yer verilmesi ve Türkmenlerin nüfus oranlarına göre üç kişi ile temsil edilmesini talep ediyoruz’’ görüşünü konseye bildirdi Irak Türkmen Cephesi Yürütme Kurulu üyesi Dr. Aydın Beyatlı, Irak Yürütme Konseyi üyesi seçilmiş olan Songül Çabuk’un Türkmenleri temsil etmediği söyledi.
Türkmenler adına Konseye seçilmiş olan Songül Çabuk’un, Türkmen toplumunun gerçek temsilcisi olan Irak Türkmen Cephesi ile hiç bir bağı bulunmadığını belirten Beyatlı, ‘‘Kendisini ABD’lilere tercümanlık yaparken görüyorduk, ancak mücadelemizde aktif rol alan ve bizi temsil eden bir kişi değil’’ dedi. Bu durum, yeni oluşumda Türkmenlerin dışlanmak istendiğini net bir şekilde gösteriyor, Maalesef Kürtler, Konsey geçici anayasayı ve Irak için çok önemli eğitim, sağlık ve kültür projelerini hazırlayacak. Türkmen davasında tecrübesiz olan bu kişi çıkacak karar ve yasalarda Türkmenlerini haklarını savunamayacaktır.
Konseye Türkmenlerin tanımadığı bir kişi yerine ITC lideri Sanan Ahmet Ağa ve bu davaya baş koymuş birkaç kişinin alınması gerekirdi. ABD’lilerin daha önce kendilerine, Konseyde Türkmenlerin 3 kişi ile temsil edileceği sözü verildiğini söyleyen Beyatlı, ‘‘Adil temsilden, adil çözüm çıkar. Türkmenlerle aynı nüfusa sahip olan Kürtlere verilen kontenjan bize de tanınmalıdır. Haklarımızı demokratik yollardan savunmaya devam edeceğiz. ABD’lilerin, tüm Türkmenleri şok eden bu yanlışı düzeltmeleri için girişimde bulunacağız’’ dedi.
Telafer gibi bir şehirde Kürtün dahi olmadığı Türkmen kentlerinde Irak Türkmen Cephesi’nin temsilcileri görevden alınmakta yerlerine Kürt gruplar KDP’lilar veya KYB’liler görevlendirilmiştir. Önemli bir Türkmen nüfusunu barındıran Musul’da sadece bir Türkmen kontenjanı şehir meclisinde verilmiştir. Kerkük’te ise Kürt valinin Amerikalılar tarafından atanması tam bir demokratik skandal niteliği taşımaktadır. Öte yandan ABD’nin Irak’ı bir federal devletten çok konfederal bir devlete dönüştürebileceğinin ilk sinyalleri görülmüştür. Çünkü Kürt bölgesine yapılan ayrıcalıklı yaklaşımlar böyle bir politikaya işaret etmektedir. Örneğin, Arapların ve Türkmenlerin elinden silahları toplanırken peşmergeler ellerinde ağır silahlarda dâhil olmak üzere her türlü silahı bulundurmaktadırlar. Peşmergelerin Irak ordusu üniforması giyip Kuzey Irak’ta sözde Irak ordusunu oluşturacaklarıdır. Araplardan oluşan Irak ordu birliklerinin Kuzey Irak’a girmesine Kürtler tarafından bile izin verilmemektedir.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun beklenmedik Kerkük ziyareti, Irak Türkmenlerini tekrar öne çıkardı. Davutoğlu’nun İskeçe’de, Urumçi’de, Kırım’da ya da Bingazi’de, duygu yoğun açıklamalarda bulundu Dışişleri Bakanı Kerkük’te, Irak Türkmen Cephesi’nde yaptığı konuşmada:
“Bugün benim hayatımın en mutlu günlerinden biri. Çünkü hep rüyalarımızda, gönüllerimizde, zihinlerimizde var olan güzel Kerkük’ümüze kavuştum. 75 yıl sonra ilk defa bir Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Kerkük’ü ziyaret ediyor, tarihi bir gün yaşıyoruz. 36 yıl sonra da ilk defa bir Türk devlet adamı, Türkiye temsilcisi Kerkük’ü ziyaret ediyor. Ama bir daha bu kadar uzun süre beklemeyeceksiniz, ben size bunun sözünü veriyorum. Çok daha sık görüşeceğiz, çok daha fazla beraber olacağız… Türkmen hep yaşayacak, Türkmenler hep Kerkük’te yaşayacak, hiçbir zaman yok olmayacak. Türkmensiz Kerkük yaşayamaz zaten; ondan emin olun. Biz de bu katkıyı, hep elimizden gelen bu imkânları seferber edeceğiz. Bu bölgenin kalkınması için ekonomik olarak, kültürel olarak ne yapmak gerekiyorsa Türkiye bütün imkânlarını sunacak… size boş bir kağıt veriyoruz, ne istiyorsanız Türkiye bunları yapmaya hazır, yeter ki Kerkük’te huzur olsun.”37 dedi. Irak merkezi hükümetinin tepkisini çeken bu ziyarette sarf edilen bu ve benzeri ifadeler ilk defa üst düzey bir Türk devlet adamının, kamuoyuna açık bir şekilde Irak Türkmen varlığına kesin taahhüdü anlamını da taşımaktadır.
Davutoğlu’nun ziyaretinden çok kısa bir sure önce Irak Parlamentosu’nda Türkmenleri ülkenin üçüncü ana unsuru olarak kabul eden bir kararın alınması dikkat çekicidir. Uzun süredir çıkması için çaba harcanan karara göre:
1. Türkmenlerin federal bölge olarak düzenlenmeyen illerde, yerel yönetimlerde, haklarını kullanmalarını sağlayacak gerekli yasal düzenlemeler yapılabilecek. Bu amaçla Türkmen İşleri Yüksek Kurulu kurulacak, federal bütçeden ödenek tahsis edilecek.
2. Türkmenler’in gasp edilen arazileri iade edilecek, silahlı kuvvetler, güvenlik teşkilatları ve bütün bakanlıklarda temsil edilecek.
3. Polis, kara ve hava harp okullarından Türkmenlere kontenjan ayrılacak. Ayrıca yurt dışında da devlet hesabına okumaları mümkün olacak.
4. Telafer şehrinin mağduriyetleri giderilecek ve bunun için bir bütçe tahsis edilecek.
5. Türkmen halkının yaşadığı bölgelerde demografik yapıyı değiştirecek kararların alınmaması ve uygulanmaması için önlemler alınacak.
6. Türkmenlerin varlıklarının korunması ve devamı yasal düzenlemelerle güvence altına alınacak.
7. Türkmen halkı, kamu ve özelde kendi dili ve ona uygun harfleri kullanma hak ve özgürlüğüne sahip olacak. Kendi dillerinde eğitim hakkı doğacak. Türkmence yayın yapan devlet televizyonu kurulabilecek.
8. Türkmenlerin yoğunlukta yaşadığı şehir ve bölgelerde Türkmenlerden Federal Polis Teşkilatı’na bağlı birlikler kurulması artık mümkün olacak.
Büyük bir aşama olarak kabul edilebilecek bu gelişme, Davutoğlu’nun üst düzeyde taahhütleri ve Irak merkezi hükümetinin Kerkük ziyaretine gösterdiği tepki ile birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin Irak politikasının ağırlık noktalarında bir dönüşüm olduğu ifade edilebilir..
Irak’taki Türkmen varlığının yoğunlaştığı saha Kuzeybatı’da Telafer’den Güneydoğu’da Mendeli’ye kadar uzanan hat üzerinde Kürt bölgesi ile Arap Bölgesi arasında doğal bir tampon bölge hüviyetindedir. Bağımsız kaynaklarca 2 milyondan fazla nüfusa sahip olduğu ifade edilen Irak Türkmen toplumunun demografik özelliklerine bakıldığında eşraf sınıfının ve yüksek öğretim görmüşlerin ağırlığı göze çarpmaktadır. Bu demografik yapıda taşra mühim bir yer tutmadığı ve paramiliter organizasyonlar yer almadığı için bilhassa 2003 sonrası yerel silahlı kuvvetlerin ön plana çıkarak, siyasal kazanımlarda belirleyici olduğu dönemde Türkmenler ciddi problemlerle karşılaşmışlardır.
Irak’ın kritik dönemlerden geçtiği zamanlarda Türkmenlerin maruz kaldığı katliamlar Irak Türk toplumu için beka sorununu beraberinde getirmiştir. Irak’ın bağımsızlığının akabinde 1959’da Kerkük’te birçok Türkmen aydının da hayatını kaybettiği katliam ve Körfez Savaşı’nın hemen sonrasında, 1991’de Altunköprü’de yaşanan Türkmen katliamı hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.
Uzun yıllardır Türkiye ile birlikte hareket eden pek çok Türkmen kanaat önderinin Türkiye’nin Türkmen siyasetinden rahatsız oldukları görülmektedir. Söz konusu rahatsızlığın temelini Türkiye’den yeterince destek alamama algısı oluşturmaktadır. Türkiye’nin Türkmenleri Irak Sünni blokuna yaklaştırma çabaları, Kürt bölgesini ekonomik olarak ihya eden Türkiye’nin Türkmenlere pozitif ayrımcılık yapmadığı düşüncesi sıklıkla dile getirilen şikâyetlerdendir. ITC’nin birçoğu yüksek öğrenimini Türkiye’de yapmış lider kadrosunun etki sahası mezhepsel aidiyeti etnik aidiyetinden önde olan bazı Türkmen grupları kapsamamaktadır. Bu kapsayamama sahasına son yıllarda Kürt bölgesindeki bazı Türkmenler de eklenmiştir. Barzani tarafından bir takım idari görevlere atanan Türkmenlerin çevresinde oluşan gruplar ITC etki sahasının daha da daralmasına yol açmıştır. Türkiye’nin Türkmenlerin yerel istişare kanallarını yeterince kullanmadan dönemsel olarak farklı politikaları ITC vasıtasıyla Irak Türkmenlerine sunması ITC’nin yerel dinamiklere göre yeterince konumlanamaması sonucunu doğurmaktadır. Mevcut halde Irak’taki Türkmenler’in yarısı Türkiye’nin koordinasyonunda, bir kısmı Şii blokunda ve daha küçük bir kısmı da Barzani’nin etki sahasında bulunmaktadır.
Irak’ta Yapılan Seçimler ve Türkmenlerin Durumu
30 Ocak 2005 Irak’ta, şiddet olaylarının olmasına rağmen seçimler oldukça zor şartlar altında gerçekleştirildi. Seçimler 275 sandalyeli meclis için, Ayrıca il meclisleri için de seçimler yapılmıştır. Seçimde siyasi partiler ve gruplar, savaş ve işgale karşı direniş nedeniyle adayların kimler olduğunun açıklanmaması, hatta oylama sandıklarının kurulacağı seçim yerlerinin belirtilmemesi ve seçmen sayımı da yapılmadı. Güvenlikleri sağlanamayacağı gerekçesiyle uluslararası bağımsız gözlemcilerin Irak seçimlerini Ürdün’ün başkenti Amman’dan izlemeleri de seçim sonuçlarına ilişkin soru işaretlerinin daha da artmasına neden oldu. Yurt dışı seçimlerinde Türkiye dâhil olmak üzere 14 ülkede Irak vatandaşları oy kullanmıştır.
Seçimlerin resmi sonuçlarına göre; ITC, Başkan el-Yaver’in Iraklılar listesinin ardından 93,500 oyla beşinci sırada yer almıştı, mecliste Türkmenler 3 sandalyeye sahip olmuştur. Ayrıca 30 Ocak 2005’ta yapılan yerel ve genel seçimlere Sünni Arap siyasi grupları, seçime katılmamışlardır. Seçime katılmamaları da Kürtlerin lehine olmuştur.
15 Aralık 2005 tarihinde Irak’ta ikinci seçim yapılmıştır. Bu seçimde Sünnilerin Irak siyasetine dâhil edilmesi olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin girişimiyle, 4 Aralık 2005 tarihinde 4 Sünni grubun temsilcileri ve ABD’nin Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad ile İstanbul’da bir araya gelmesi ve bu toplantı sonucu Sünnilerin seçime katılımının sağlanması, Türkiye’nin Irak’ta yürütülen pazarlıklar içerisine girdiği ve Sünniler üzerinden açılım yapılarak gerçekleştirilen bu politikanın Türkmenlerin taleplerini de karşılayabileceği yorumları yapılmıştır.
Irak’ta 15 Aralık 2005’te gerçekleştirilen seçimlerin resmi sonuçları, 20 Ocak 2006’da açıklanmıştı. Açıklanan sonuçlara göre Irak Ulusal Meclisi’nde Irak Türkmenlerini temsil eden, ITC’de 1 sandalye kazanarak parlamentoya girdi. Irak Türkmen cephesi bir üye, Sünni Uzlaşma Cephesi 2 üye ve Şii İttifakından 5 üye toplam 8 üye ile Irak Ulusal Meclisi’nde temsil edilmiştir.
5 Mart, 2010’da Irak’ta yapılan genel seçimde Türkmenler farklı listelerde yer almışlardı. Yaşanan süreç içerisinde Irak siyasetinde doğrudan bir etkiye sahip olamayan Türkmenler, 2010’da Irak’ta yapılan seçimlere Türkmenler geniş çaplı hazırlıklar yapmaya çalışmıştır. Mart 2010’da yapılan seçimlerin ardından Irak Türkmen Cephesi 6 milletvekili kazanarak, Türkmen hareketi içerisinde en fazla milletvekiline sahip olmuştur. Irak’ta 9 aylık uzun süren anlaşmazlıklar sonucu, Nuri El-Maliki başkanlığında yeni Irak Hükümeti kurulmuştur. Türkmenler de 3 bakanlık elde etmiştir. 2010 seçimlerinde 6 milletvekili çıkaran Türkmenler, büyük bir değişiklik gerçekleştirmiştir. 2003’ten sonra kurulan hükümetler içerisinde önemli bir rol sahibi olmayan Türkmenler, 2010 sonrası Irak’ta kurulan hükümette kısmen de olsa Türkmenler önemli mevki ve görevler almıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’den koparılan ve günümüzde nüfusu 2,5 milyon olarak tahmin edilen Irak Türkmenleri, çok büyük sıkıntılar ve baskılar içinde yaşam savaşı vermektedirler. 36. paralelin üstündeki bölgede varlığını devam ettiren Türkmenlerin yaşadığı sıkıntılar bir türlü giderilememiştir.
IRAK TÜRKMENLERİ VE TÜRKMEN POLİTİKASINDA STRATEJİK HATALAR
25 Haziran 2013 tarihinde Tuzhurmatu ilçesinde Türkmen vatandaşlar tarafından başlatılan eylem yerinde bombalı saldırı meydana geldi. Eylem yapanların arasına giren intihar eylemcisi üzerindeki patlayıcıları patlattı. Saldırıda Irak Türkmen Cephesi Başkan yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu ve Salahattin eski vali yardımcısı Ahmet Abdülmecit Koca ve çok sayıda vatandaş şehit oldu.
Türkiye’nin Türkmen politikası ise tarihimizin en kötü dış politikalarından biri olduğu gibi, yıllardır Türkiye Cumhuriyeti’nin Irak konusunda millî bir politikası da olmamıştır. Ne yazık ki Türkiye’nin ısrarla ortaya koyduğu kırmızı çizgi bugün yoktur. Üstelik iki aşiret reisi, “Türkleri vururuz!” diye tehditler savurmaktadır
Aslında Türkiye, konumu itibarı ile bölge üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptir. Fakat Türkiye, sanki bunun farkında bile değildir. Belki de bu yüzden 10 yılı aşkın bir süreden beri, Kuzey Irak’ta ihdas edilen ve ne yazık ki ülke için bir çıban başı olan Güvenlik Bölgesi’ni besleyerek, ayakta kalmasına yardımcı olan Türkiye, stratejik bir hataya düşmüştür.
5 Şubat 1926 Ankara Antlaşması’yla Türkiye; Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye’yi 500.000 sterlin karşılığında Irak’a bırakmış, alınan para Düyun-u Umumiye ödemesi ile İngilizlere verilmiştir. Misak-ı Milli’ye dahil bir bölge olduğundan elden çıkmaması için uzun süre uğraş verilmesine rağmen başarı sağlanamamıştır.
1926 antlaşmasında Irak’ta kalan Türklerin huzur ve emniyetini muhafaza edecek bir madde bulunmadığı gibi ilk Körfez Savaşı sonrası oluşan yeni şartları da iyi değerlendirememiş, Türkiye, başarısız olduğu için Irak’ta Türk toplum liderliği çok cılız ve dağınıktır.
Türkiye’nin elinde bulunan en önemli kozlardan biri de Musul eyaleti üzerinde taşıdığı tarihî haklarıdır. Bilindiği gibi Musul eyaleti, 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması’na göre Irak’a bırakılmıştır. Bunun bir diğer anlamı da şudur: Irak parçalandığı takdirde Ankara Anlaşması’nın hükmü sona erecek ve Kuzey Irak bölgesinin eski adı olan Musul eyaleti tekrar eski sahibine iade edilecektir. Bu yüzden Türkiye, bu bölge üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Daha açık bir ifade ile Türkiye’nin bilgisi ve rızası olmadan, Irak’ın kuzeyinde yeni yapılanmaya gidilmesine izin verilmeyecektir. Bu hususta Türk siyaset bilimcilerinin, Ankara Anlaşması’nı yeniden yorumlayarak, Türk dış politikasının bilgisine ve gündemine sunmaları gerekir..
Türkiye, üniter yapıdan yana olacaksa, bölgenin yeni egemen gücü olmaya çalışan Amerika’ya karşı pazarlık masasında elini güçlendirmelidir. Bu tercihin başarıya ulaşması için Irak’ta federal Türkmen bölgesi kurulmalıdır...
Türkiye’nin desteğiyle yazılı-sesli ve görüntülü kitle iletişim araçları, Türkmenlerin yaşadığı her yerde takip edilebilir hale getirilmelidir.Türk çocuklarının eğitim gördüğü okullardaki tek eğitim dili Türkçe olmalıdır. Gerekirse evler ve camiler Türk okulu olarak yapılandırılmalıdır. BM tarafından Kürtlerin yaptığı insan hakları ihlalleri tespit edilmeli ve sorumluların cezalandırılması sağlanmalıdır. ABD tarafından dikkate alınmayan Türkmen Cephesi’nin siyasi konularda daha geniş yetkiler kullanması için harekete geçilmelidir.
Barzani ve Talabani’nin yan gelir kaynaklarından olan uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı işine mutlaka darbe vurulmalıdır. Esasen Kuzey Irak’taki bölgeyi besleyen tek önemli unsur olan, Türkiye’nin açık tutmaya izin verdiği Habur Sınır Kapısı gerekirse kapatılarak, Türkmen bölgesine uzanan koridora yeni bir kapı açılmalıdır. Ankara, Irak’taki yeni yapılanmada bölgedeki tüm Türkmenlerin haklarının korunması için gerekli uluslararası girişimleri ısrarla sürdürmelidir41.
Türkiye, adeta etrafı tsunami dalgalarıyla çevrilmiş bir Türkmen adası durumunda kalan karındaşlarına sahip çıkmak zorundadır. Bu tarihi misyonunu harekete geçirmeli, başını dik tutmalı ve kararını vermelidir.
5. TÜRKİYE’DE İKAMET EDEN IRAKLI TÜRKLER
Bu gruptaki Iraklıların çoğunluğu Türkmenlerden oluşmaktadır. Bir kısmı uzun süreli ikamet sahibidir, bir kısmı da Türk vatandaşlığına geçmiştir. “Türk asıllı ve Türk kültüründen” kişilere Türkiye’ye yerleşme hakkı tanıyan 1934 İskân Kanunu sayesinde 2006’da revize edilen yasada bu maddeler değiştirilmeden korunmuştur Türk kökenli olmak Türkiye’de ikamet izni alınabilmesi için önemli bir etkendir. Musul’un 1926 yılında kaybı sonrası Irak topraklarında kalan Türkmenler için Türk Devleti çeşitli adımlar atmıştır
Türkiye ve Irak arasında imzalanan 9 Ocak 1932 tarihli Türk-Irak İkamet Sözleşmesi ve 29 Mart 1946 tarihli Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’nın 3. Maddesi altında imzalanan Eğitim ve kültürel İşbirliği Protokolü bu tutumu somutlaştırmıştır. 1932’de imzalanan İkamet Sözleşmesi, Irak’taki ve Türkiye’deki kişilerin diğer ülkede yaşama, çalışma ve mülk sahibi olmalarına olanak sağlamıştır. Sözleşme sonrasında geliş gidişler artarken Irak Türkleri Türkiye’de Irak vatandaşlıklarını kaybetmeden yerleşme, çalışma ve okuma hakkı kazanmıştır. Bu kanun ayrıca Irak-Türkiye sınırının iki yakasındaki akrabaların sosyal bağlarını yeniden kurmasını da beraberinde getirmiştir.
Eğitim ve Kültürel İşbirliği Anlaşması ise Irak Türklerinin eğitim amacıyla Türkiye’ye gelişlerini sağlamıştır. Bu protokol sayesinde iki ülke arasında diplomaların denkliği sağlanmış, Türkiye Iraklı öğrencilere devlet yatılı okullarında okuma hakkı tanımış ve bazı harcamaları üstlenmiştir. Böylece 1950’lerde pek çok Türkmen öğrenci Türkiye’de okumave yerleşme hakkı kazanmıştır. Bu hak özellikle Kerkük Katliamı gibi etnik saldırılardan sonra çok daha önem kazanmıştır (Hürmüzlü, 2006). 1980 öncesi Türkiye’ye eğitim amacıyla gelen Türkmenlerin bir kısmı, başta böyle bir niyetleri olmasa da, Baas rejiminin artan baskısından dolayı Türkiye’de yerleşmeye karar vermiştir. Türk vatandaşlığına kolay ve hızlı geçiş bu kararı desteklemiştir.
Ayrıca, bu kişilerin yüksek eğitimli, meslek sahibi, toplumda saygıdeğer kişiler olarak tanınması ve geride kalan ailelerinin gerektiği zaman maddi destek sağlayabilecek güçte olması kolaylaştırıcı faktörler olmuştur. 1991’deki büyük iltica hareketinden önce Irak’tan göç etmiş Türkmenler Türkiye’ye başarıyla uyum sağlamışlardır .
Türkiye’de göçmenlerle ilgili istatistiklere ulaşmak mümkün olmadığı için, vatandaşlığa geçmiş veya ikamet izniyle oturan Iraklıların sayısına dair de net bir bilgi sahibi değiliz. Türkiye’de etnik bağ sayesinde en yerleşik Iraklı grup olan Türkmenlerin sayısına dair de farklı kaynaklar farklı tahminlerde bulunmaktadır. Bu duruma en çarpıcı örnek, Ocak 2005’te yapılan Irak seçimlerinin ülke dışı oylaması sırasında gerçekleşmiştir. Irak dışında da gerçekleştirilen seçimler için 14 ülkede 280 binden fazla Iraklı göçmen ve mülteci kaydolmuştur. Türkiye’de ise bu seçimler için sadece 4 bin 178 Iraklının kayıt yaptırması tartışma konusu olmuştur. Gazeteler, Türkmenlerin Türkiye’de 40 bin kişilik bir nüfusu olduğunu iddia etmiş ve Türkmenlerin seçimlere ilgisizliğini eleştirmiştir. Oysa pek çok Iraklı, Amerikan işgalini protesto etmek için seçimlere katılmamış, Türkiye’de de Türkmenlerin bir kısmı oylamanın ülkedeki Amerikan işgalini haklı çıkaracağı gerekçesiyle oy vermek istememiştir. 2005 seçimlerinde düşük katılım gösteren sadece Türkmenler olmamış, dünya çapındaki göçmen Iraklıların ancak dörtte biri oy vermek için kaydolmuştur. Buna rağmen, bazı Türk gazeteleri Türkmenleri, aynı dönemde parlamento seçimlerinde başarılı sonuçlar alan Bulgar Türkleri kadar iyi örgütlenemedikleri için eleştirmiştir.
Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de yaptığı bir açıklamada Türkiye’deki 40 bin Irak vatandaşından 30 binin Türkmen olduğunu söyleyerek, “[b]öyle bir günde gelip ülkesinin kaderiyle ilgili bir konuda biraz eziyet çekip oyunu kullanmayanların, yarın Türkmen davasıyla ilgili söyleyecek hiçbir şeyleri de olmaz” demiştir. Oysa o dönemde görüştüğümüz ITKYD başkanı, Türkmen nüfusuna dair 40 bin tahminin abartılı olduğunu, gerçek sayının 7 ila 10 bin arası olması gerektiğini dile getirmiştir.
Nüfusu ne olursa olsun İstanbul’daki Türkmen topluluğunda iki grup ayırt edilebilir: Eskiler ve yeni gelenler. ITKYD eski başkanı Kemal Beyatlı’ya göre Irak’tan Türkiye’ye göç 1991 öncesi ve sonrası şeklinde ayrılmalıdır. Türkiye’deki Türkmen nüfusun yüzde 60- 70’inin 1991 sonrası geldiğini belirten Beyatlı, 17 bin Türkmen’in Türkiye’ye 1991’da giriş yaptığını ve yaklaşık 12 bin kişinin geri döndüğünü söylemiştir. 1991’de ve öncesinde gelen Türkmenler Türk makamları tarafından misafirperver bir tutumla karşılanmış ve çoğu kolayca ikamet izni almış, kamu veya özel sektörde iş bulabilmiş Irak’tan göç 1991’le sonlanmamış, daha sonra da devam eden Türkmenlere yönelik baskı ve şiddet olayları pek çok Türkmen’in Türkiye’ye kaçışını tetiklemiştir
Ancak, 2006 yılında yenilenen İskân Kanunu’nda Türk soylulara ikamet ve vatandaşlık kolaylığı sağlanmış olmasına rağmen, uygulamada Türkmenlerin Türkiye’de yasal oturma izni almaları gün geçtikçe zorlaşmıştır. Bunda, Türkiye’nin Irak’a yönelik dış politikasındaki değişim etkili olmuştur. Kuzey Irak’taki Türk azınlığın karşılaştığı baskılar konusunda endişelerini dile getiren Türk makamları için Irak Türkmen varlığı önemli bir siyasi araç olmuştur. Türk devletinin Irak’taki Türk nüfusun mevcudiyetini korumaya öncelik vermesinden dolayı, Türkiye’ye göç eden Türkmenlere vatandaşlık vermek konusunda isteksiz davranmaya başlamıştır.
Sonuç olarak Türkmenler 1990 ortalarına kadar kolayca Türkiye’de vatandaşlık edinebilirken son yıllarda ikamet izni bile almakta zorluk çekmektedirler. Ancak Türk makamlarının bu tutum değişikliği sadece Türkmenlere yönelik olmamış, Bulgaristan gibi başka ülkelerden gelen Türk soylu kişiler de son yıllarda benzer zorluklarla karşılaşmışlardır. Görünen o ki, Türk soylu göçmenlerin ikamet ve vatandaşlık işlemlerinde, soydaşlık bağı eskisi kadar kolaylaştırıcı bir rol oynamamaktadır...
Irak’taki Türkmenler, Irak ulusunu oluşturan kurucu-asli unsurlardan biridir. Ancak Türkmenlerin Irak’ın kurulusundan bugün gelinen noktaya kadar, bu özel konumlarını muhafaza edebilme açısından başarılı olabildikleri söylenemez. Irak hükümetleri, Türkmenlere bazı haklar vermişlerse de, söz konusu haklar uygulanmamıştır. Buna karşılık Türkmenler, gerektiğinde güç kullanma yoluna başvurmamış, barışçıl politika izlemişlerdir. Türkmenlerin barışçıl politikalar izlemesi, uzun dönemde siyasi konumlarını aşındırmış ve olumsuz etkilemiştir. Önceki bölümlerde anlatıldığı gibi; 1921’de Irak Devleti’nin kurulmasından bugüne kadar yaşanan süreci, Türkmenler açısından üç döneme ayırmak mümkündür: Birinci dönem, Irak Devleti’nin kurulmasından 1968’de kraliyetin sona ermesi ve cumhuriyetin kurulmasına kadar sürmektedir. Bu dönem Türkmenlerin, genel olarak Arap hükümetlerinin baskılarına maruz kalarak, pasif politika sürdürmelerine yol açmıştır.
İkinci dönem de, cumhuriyetin kurulmasıyla Baas Partisi’nin iktidara gelmesinden, 1991’de İkinci Körfez Savası olarak bilinen Kuveyt’in kurtarılmasına kadar devam etmiştir. Bu dönemde Irak rejimi, Irak’ı bir Arap ülkesi kabul ederek Türkmenleri tanımamış ve Türkmenleri yok edecek girişimlerde bulunmuştur.
Üçüncü dönem ise, İkinci Körfez Savası’ndan sonra Irak yönetiminin, Irak’ın kuzeyinden fiilen geri çekilmesinden, Nisan 2003’te Irak’ın ABD ve İngilizler tarafından işgaline kadarki süreci kapsamaktadır. Bu dönemde, ABD’nin ve İngiltere’nin öncülüğünde Irak’ta 36. paralelin inşa edilmesiyle uçuşa yasak bölgeler ilan edilmiştir. Kürtlerin Irak rejiminden korunması amacıyla kurulan uçuşa yasak bölgeler, Kürtlerin konumunu geliştirerek, uluslararası siyasette Kürtlerin gücünü arttırmıştır. Bu dönemde Türkmenlerin siyasi kıpırdanmalarına rağmen, Türkmenlerin durumunu ve konumunu güçlendirecek adımlar atılmamış ve Türkmenler açısından büyük bir fırsat kaçırılmıştır.
Ayrıca, Irak yönetiminin Irak’ın kuzeyinden geri çekilmesi, Türkmenlerin ikiye bölünmesine neden olmuştur. Erbil, Süleymaniye ve Duhok illeri uçuşa yasak bölgeler kapsamında, Türkmenlerin yoğun yasadığı Kerkük ve Tellafer gibi yerleşim bölgeleri merkezî Irak Yönetimi’nin kontrolünde kalmıştır. Bu dönemde Türkmenlere karsı, etnik temizlik ve asimilasyon eylemleri doruk noktaya varmıştır.
DEVAM EDECEK...