EKONOMİ İFLASA SÜRÜKLENİYOR

Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, ekonomi yönetiminin sürekli yeni düzenlemeler, enstrümanlar ve değişikliklerle ekonomiyi işin içinden çıkılmaz hale getirerek iflasa sürüklediğini söyledi. Kozanoğlu, iflasın iki belirtisini ise şu sözlerle tanımladı:

Rusya ve Körfez’deki Arap ülkelerinden gelecek veya borsaya girecek sıcak paraya bel bağlanması
Kredi Yurtlar Kurumu borçlarının ve vatandaşın icralık borçlarının affı, otomobilde ÖTV indirimi gibi konularda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun inisiyatifine teslim olunması.
Aktarım mekanizmalarının işlemez hale geldiğine dikkat çeken Kozanoğlu, “Örneğin, faizleri indirip veya artırdığınızda ekonomideki tüm dengelerin buna uygun kendini ayarlaması beklenir. ABD veya Avrupa tek bir faiz kararı alıyor, ekonomideki tüm aktörler buna göre kendilerini ayarlıyor. Bizde ise şirketlerin veya bireylerin düzenlemeleri izlemekten, anlamaya çalışmaktan kendi asıl işlerine maş ve hizmet üretimine konsantre olmaları iyice zorlaşıyor” dedi. Kozanoğlu, sorularımızı şöyle yanıtladı:


Tahvil piyasasını öldürdüler
-Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) son düzenlemesine göre, bankalar faizi yüzde 22.85’i aşan krediler için yüzde 20, yüzde 29.38’i aşan krediler için kredi tutarının yüzde 90’ı kadar menkul kıymet tesis ediyor. Bu karar bankacılık sektörünü nasıl etkiledi?

Bu kararla ekonomi yönetimi tahvil piyasasını da öldürdü. Kamunun farklı kesimlerden borçlanarak bütçesini yönetmesi çok önemlidir. Karmaşık düzenlemelerle bankalar devlet iç borçlanma senedi (DİBS) almaya zorlanıyor. Onlar da TCMB kendilerini yüzde 13 ile fonladığı için kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyerek mecburen alım yapıyorlar. Böylece tahvil fiyatları suni biçimde yükseliyor, dolayısıyla getirileri suni biçimde düşüyor. En son 2 yıllık tahvil faizi yüzde 14.66, 10 yıllık ise yüzde 13.36 idi. Bu koşullarda bankalar dışında kimse tahvil almaz. Nitekim yerli tasarruf sahibinin ve yabancıların piyasa payları yüzde 1’in altına düştü. Şimdilik bankalar, bireysel emeklilik sistemi (BES) fonları ve diğerleri fiyatlar yükselince büyük kârlar yazdılar, yabancılar çıkış fırsatı olarak değerlendirdi. Tahvil faizlerinin normale dönmesi ise aksine büyük zararlar yazılmasına yol açacak.


2001’deki kriz gibi olmaz ama bankalar sermaye erimesi riski yaşayabilir
-Bankacılık sektörünün güçlü olduğunu yabancı finans kuruluşları da sık sık söylüyor ancak bu zararlar 2001 yılında olduğu gibi bankacılık kaynaklı yeni bir finansal krizi tetiklemez mi?

Bankalar şimdilik hem TCMB’den düşük faizle borçlandıkları hem de kur kaynaklı mevduat (KKM) yoluyla düşük maliyetle mevduat topladıkları için, böylelikle kredilerde de enflasyonun altında bir faiz uygulamaları nedeniyle borçluların geri ödeme motivasyonları yüksek olduğundan büyük kârlar yazdılar. Bu suni dengeler bozulur, bir de döviz kurları patlarsa 2001 benzeri bir krizden söz edemesek de sermayelerinin erimesi riskiyle karşı karşıya kalabilirler.


KKM saatli bomba
-Ekonomi yönetimini 20 Aralık 2021’de yaşanan kur şokunun ardından döviz talebini düşürmek için arka arkaya KKM, gelire endeksli senet (GES), ticari kredilere kısıtlama gibi önlemleri devreye aldı. Sizce bunlar dövizin ateşini düşürmeye yetti mi?

İstenenin aksine KKM mevduatını TL’de tutanların dahi dövize endekslemesine neden oldu. En son hesaplarda 1 trilyon 250 milyar yaklaşık 70 milyar dolar birikmiş durumda. Bu bir saatli bomba. Döviz istikrar kazansa tasarruf sahiplerinin KKM’den çıkma riski artıyor. Döviz hızlı artsa Hazine’ye yükü ağırlaşıyor. Ekonomi yönetiminin diğer konuları unutup KKM sahiplerinin keyfine göre hareket etmesi gerekiyor. GES zaten ölü doğdu. Kamunun borçlarının yüzde 85’i enflasyona veya dövize endeksli ya da değişken faizli, böylelikle enflasyon, döviz kuru ve faiz risklerine muhatap.


GSYH’nin yüzde 6’sı faiz, bu kambur kabul edilemez
-Bir de döviz kıtlığı nedeniyle dış borçların ödenememesi riski var…

Şimdilik dış borçların kısa sürede ödenememesinden çok maliyetinin yükselmesi, orta ve uzun dönemde Türkiye’nin kalkınma çabalarını baltalaması, gelecek kuşaklara büyük fatura yüklemesi riski var. Türkiye’nin 5 yıllık Eurobond’larının faizi yüzde 10, 5 yıllık kredi risk primi (CDS) ise 725 puanda. Bu 450 milyar dış borç üzerinden yılda 45 milyar dolar eder. Bu da gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 6’sı gibi bir faiz yüküne denk geliyor ki, bu kabul edilemez bir kambur. Türkiye’nin risk priminin yükselmesi, iç piyasada da dövizle borçlanma talebinin düşmesi, bankaların yüksek maliyetli sendikasyon kredilerini düşük bir oranda söz gelimi yüzde 70-80 oranında çevirmelerini mantıklı kılıyor. Ancak TCMB rezervlerinin zayıflaması nedeniyle ekonomi yönetimi ne pahasına olursa olsun döviz gelsin diyor. Bu yönde bankalara baskı yapıyor. Riski yönetmesi gereken kamu otoritesi ekonomideki risklerin ağırlaşmasına neden oluyor.